annesiz bir güne uynamak(allah kimseye böyle bir şey yaşatmaın!!!)
Gece çökünce, uzun beyaz florasanlar ile aydınlatılan koridorlarda, üzerlerine ilaç kokuları sinmiş hasta yakınları, korku, umut ve endişeyle beraber, geceyi sırtlayıp sabaha taşırlardı.
Hastanenin ikinci katında bulunan yoğun-bakım odasındaki sessizlik, karanlığı bile kıskandırmaya yeterdi. Azrail`in sık sık uğradığı bu yerde, umut zincirlerine sarılmış yaşamlar; insanca bir çaba ile sürdürülürdü. Belki anneme bir faydası olur düşüncesiyle, görevlilerin izin verdiği kadar bu odanın önünde beklerdim. Beni terk etmesine izin vermediğim umudumla...
Salı gününü çarşamba gününe bağlayan gece de, yoğun-bakım odasındaki hareketlilik gözüme çarptı. Ses avına çıkmış kulaklarımla, tüm olup biteni anlayabilmek için yaklaştığımda, görevlilerin her zaman yaptıkları gibi yaşam savaşını kaybeden birini, sarıp sarmalayıp, zemin katta bulunan morg odasına götürmek üzere çabaladıklarını gördüm. Ölen kişinin annem olabileceği korkusu, yüreğime oturdu. Üzerine bastığım mermer zemin sanki ayaklarımın altından çekildi, dengem bozuldu ve vücudumun her yeri titremeye başladı. Kendimi biraz olsun toparladıktan sonra görevlilere ; ''bu kez kim?'' diye soracakken, birgün önce hastanenin kantininde çay içip, sohbet ettiğimiz hemşirenin dost elini sırtımda hissettim. —Yaşlı amca!'' dedi. —Bir haftalık yaşam mücadelesi sona erdi. Dayanılmaz acılar çekiyordu. Ölüm belki de kurtuluşu oldu.''
Hemşirenin söyledikleri beni rahatlatmıştı ama her gün birilerinin ölmesi, sıranın anneme de gelebileceği korkusunu üzerimden atmama yetmemişti. Yine de tüm olumsuz düşünceleri beynimin duvarlarından kazımak üzere, hemşireye teşekkür edip yanından ayrıldım.
Hastanenin karşısında bulunan cami minaresinden yükselen ezan sesi; insanları sabah namazına davet ederken, İstanbul sisli bir sonbahar sabahına uyanıyordu.
Sigara içmek için kantine geldiğimde, kardeşlerimin ve babamın ayrı ayrı masalarda oturduklarını, sildikçe yenileri gelen gözyaşlarını, nafile çabalarla birbirlerinden sakladıklarını gördüm. Beni fark ettiklerinde, sorgulayan gözleri suratımdaydı.
İnandırıcılıktan uzak sözcükleri bile bulmamın günbegün zorlaştığı, kimin, kimi kandırdığının bilinmediği, insanca oynanan bir oyunun kim bilir kaçıncı sahnesindeydim. Benimle beraber umut biriktiren bu insanların, morallerini yüksek tutma zorundalığım, beni yalan üreten bir makineye çevirmişti.
Daha fazla beklemeden aklıma gelen yalanları sıralamaya başladım. ''Yoğun bakım odasında bulunan yaşlı amcayı hatırladınız mı? Hani annemin solunda bulunan. İşte o amca iyileşmiş. Ölüm riskini atlatmış olacak ki, yukarı katta bir odaya aldılar. İnşallah annem de iyileşecek! Hep beraber evimize gideceğiz!''
Söylediklerimi onaylarcasına başlarını sallayıp, hep bir ağızdan ''inşallah!'' dediler. Beraber, yoğun-bakım odasının sorumlu doktorunun, hasta yakınlarını bilgilendirmek amacıyla, saat 10.30`da yapacağı görüşmeyi beklemeye koyulduk.
Saati görebileceğim bir masa bulup oturdum. Ismarladığım demli çayımı içerken, bir de sigara yaktım. Zaman genişliyordu, genişledikçe yüreğimden gelen kabul edilmez öfke ve direniş giderek artıyordu. Henüz hayatının baharında olan annem, lanet olası bir odada ölüm-kalım savaşı veriyordu. Şuurunu kaybetmiş, kalbi de bir cihaz yardımıyla çalışıyordu. Sığındığım Allah`a dua etmekten başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. ''Ya annem ölürse'' düşüncesi, beynimi kemiren kocaman bir kurt oluyor ve her geçen dakika daha fazla kemirgenleşiyordu. Gözlerimde tıkalı olan yaşlar, bir yol bulup akmaya başladı. Ağladım çokça...
Saatler 10.30`u gösterdiğinde, yoğun-bakım odasının sorumlu doktoru, bir sonraki günün getireceklerine kendimizi hazırlamamız gerektiğini söylüyordu. Annemin beyninde oluşan ödem, yaşama şansını neredeyse sıfıra indirmişti.
Günlerdir hastanede uykusuz, sağa-sola koşturan bedenim, doktorun söyledikleri karşısında direncini iyice yitirdi. Göz kapaklarım kendiliğinden kapandı. Eve kiminle geldiğimi, üzerimdekileri çıkartıp, yatağa nasıl uzandığımı hatırlamıyorum. Derin bir uykudan sıçrayarak uyandığımda, kardeşimin -''Hastaneye gitmemiz gerek!'' feryadının yankısı, hastaneye gitmek üzere bindiğimiz taksinin içerisinde bile sürüyordu.
Hastaneye geldiğimde, annemin parmak uçlarından kayan yaşam yıldızı, veda için bekliyordu. Henüz ısısını kaybetmemiş yanağına bir öpücük kondurduktan sonra, hıçkıra hıçkıra ağlayarak, morg odasından dışarıya çıktım. Adımlarım beni, günlerdir annemi bize bağışlaması için dua ettiğim caminin avlusuna götürdü. Kulağıma fısıldanan, nereden ve kimden geldiğini bilmediğim ''Takdir İlahi'' sözcüğü, beni ne kadar teselli edebilirdi ki?
Aynı gün, ikindi namazına müteakip kılınan cenaze namazından sonra, annemi son yolculuğuna uğurladım.
Ertesi günü, İstanbul yine bir sonbahar sabahına uyanırken, annesiz geçireceğim ilk gün başlıyordu. Canımın yarısının olmadığı...
BABA SEVGİSİ
Baba Sevgisi Adam yorgun argın eve döndüğünde beş yaşındaki oğlunu kapının önünde kendisini beklerken buldu. Çocuk babasına, saatte ne kadar para kazandığını sordu. Zaten yorgun gelen adam, oğluna "Bu senin işin değil" diyerek karşılık verdi. Çocuk dayattı:
- "Babacığım lütfen bilmek istiyorum" dedi.
Adam: "Bu kadar çok bilmek istiyorsan söyleyeyim, . saatte 20 dolar kazanıyorum."
Bunun üzerine çocuk, babasından bir istekte bulundu:
- "Peki babacığım, bana 10 dolar borç verir misin?" dedi.
Adam, daha çok sinirlendi:
- "Benim senin saçma oyuncaklarına ya da benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi derhal odana git ve kapını kapat."
Çocuk sessizce odasına çıkıp, kapısını kapattıktan sonra, adam sinirli sinirli düşünmeye başladı:
- "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?" dedi kendi kedine.
Aradan bir saat geçmiş, adam biraz daha sakinleşmişti. Çocuğuna, parayı neden istediğini bile sormadığı geldi aklına. Yukarıya, çocuğun odasına çıktı ve yatağında uzanan çocuğuna, uyuyup uyumadığını sordu.
- "Hayır uyumuyorum" diye yanıtladı çocuk.
Adam, çocuğundan özür diledi:
- "Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim, yorgundum" dedi.
Ve elindeki parayı uzattı:
- "Al bakalım istediğin 10 doları "Teşekkürler babacığım" dedi.
Ve yastığının altında sakladığı buruşuk paraları çıkardı, elindeki parayla birleştirdi, tümünü tane tane saymaya başladı. Oğlunun yastık altından para çıkarıp saydığını gören adam, yine sinirlendi:
- "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?" diye bağırdı, "Benim senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak zamanım yok."
Çocuk, babasının bağırmasına aldırmadı bile:
- "Fakat yeterince param yoktu ki... Ancak şimdi tamamlayabildim" dedi...
Ve elindeki paraların tümünü babasına uzattı.
- "İşte sana 20 dolar babacığım, şimdi bir saatini alabilir miyim?"
GERÇEK DOST
GERÇEK DOST
Gerçek Dostluk Bu Günün birinde iki dost varmış her ikiside çok iyimiş ama biri saf diğeri ise kurnaz ve açık gözlüymüş.Açık gözlü olan dostun şirketi batmış ve dostundan para istemiş bana borç para verir misin dostu nedemek sen benim en iyi dostumsun demiş ve bütün servetini vermiş.Aradan günler geçmiş açık göz olan işelrini büyütmüş işlerinde ilerlemiş ve dostunun yanına gitmiş senden birşey isticeğim senin nişanlının çok beğeniyorum bana onu verir misin demiş saf olan o benim nişanlım ama sen benim en iyi dostumsun demiş ve veririm demiş ve vermiş.aradan aylar geçmiş bu saf olan sostun bir gün işleri bozmuş ve dostunun yanına gitmiş ve ondan iş istemiş en iyi dostu ona iş vermemiş tabi bizim saf olan dostumuz biraz ezilip büzülmüş ve dışarı çıkmış yolda yaşlı bir adam oğlum çok hastayım bana şu reçetedeki ilaçları alır mısın demiş ve cebindeki son para ile adamın ilaçları almış ertesi günü bir avukat dün ilaçlarını aldınız yaşlı adam öldü ve tüm mal varlığını size buraktı demiş çocuk yaşırmış ama bu serveti kabul etmiş çünküihtiyacı vardı buna.
işlerini yoluna koydu ve tam arkadaşının şirketinin karşısına bir ev aldı niyeti sadece en iyi dostunu görebilmekti.birgün kapısına yaşlı bir teyze geldi oğlum çok acıktım bana yemek verir misin dedi adamda teyze veririm ama bir şartla benim yanımda çalışır mısın hem bana yardım edersin hemde karnın doyar teyze kabul eder aradan 3 sene geçer kadın ona oğlum artık senin evlenme çağın geldi artık sana bir eş lazım demiş çocuk bu duruma kabul etmiş tamam teyze tanıdığın biri varsa evleneyim demiş . kadın bizim orda çok iyi bir aile kızı var seni onunla başgöz edelim demiş ve en iyi arkadaşına nikah davetisesinden bir tanede ona yollar.ve düğün günü gelip çattığında çocuk mikrofonu eline alıp dostlar size bir diyeceğim var günün birinde benm en iyi dostum varda bir gün işleri battı benden para istedi bütün mal varlığımı ona verdim benden nişanlımı istedi gözümü kırpmadan ona verdim işlerim bozuldu yanına gittim iş istedim bana sana burda iş yok dedi ve diğer dost kapıdan içeri girdi misafirler size bir diyeceğim var dedi işleim battı ondan borç para istedim verdei bende ona sonra parasını geri verdim nişanlısını istedin çünkü nişanlısı ona göre bir kız değildi yolda karşına bir adam çıktı ona parasını verdi o beim babamdı kapısa bi teyze gitti ondan yemek istedi o benim annemdi evlenmek istedi evlenceği kızda benim kız kardeşimdir şimdi siz söyleyin GERÇEK DOST KİMDİR..!
Anne Ölme Benden Önce
Daha önce hiç yazmadım bu konuyu, hiç konuşmadım… Korkuyordum birisi duyacak da beni ayıplayacak diye… Küçüktüm, daha çocuktum ve anlayamayacak kadar saftım ayıplanacak kişinin ben değil “babam” olduğunu…
Çocuktum dedim ama çocukluğumdan hatırladığım çocuksu şeyler yok… En eskiye uzandığımda bile hatırım, hep kavgası çıkıyor karşıma . annemle babamın… Hep annemi savunan ben çıkıyor karşıma… Babamın boynuna atlayıp geriye çekmeye çalışan çocuk ellerim çıkıyor, kavgalar esnasında babama yumruklar atan çocuk ellerim…
Hiçbir zaman kötü baba olmadığı için baba demeye devam ettiğim adam, hiçbir zaman kötü anne, kötü eş… olmadığı ve olamayacağı dahası beni tek başına dokuz ay içinde, on sekiz sene ellerinde büyüttüğü için sonsuza kadar anne diyeceğim kadına her kaldırışında elini, yüreğimdeki nefret ateşine alev ekleniyordu…
Yeni yeni öğrenmeye başladığımda hayata dair öğrenilmesi gerekenleri karşımda sürekli görebileceğim kötü bir örnek oluşuyordu… Ya da kimbilir belki çoktan oluşmuştu; dedim ya çocuktum… Ama hiç örnek almak istemedim ve hiç örnek almadım “baba”mı…
Çocuktum; diğer çocuklar babalarını çok seviyordu… Ben de gezmeye götürdüğü zaman çok sevdiğimi sanıp diğer çocukların yanında öyle davranıyordum… Halbuki babam beni gezmeye götürdüğünde de babamı sevmiyordum... Gezdiğim yerler için kendi kendime bir sevinç yaşıyordum… Atatürk heykelinin altında fotoğraf çekmeye gittiğimizde fotoğraf çekmeyi seviyordum ve fotoğraf çektirmeyi seviyordum çok sevdiğim adam Atatürk’ün yanında… Lunaparka gittiğimizde çarpışan otoları seviyordum; babamı sevmiyordum… Kardeşimin doğumunda bana kardeşin getirdi diye aldığı curayı çok seviyordum ve bunun için kabul ediyordum kardeşimi ve annemi almaya giderken babamın elindeki gazeteye sarılmış o garip şeyin cura olmadığını…
Çocuktum… Bir çocuk her şeyi sever diye biliyordum… Ben babamı sevmiyordum… Korkmuş gözyaşlarımla ağlarken, çalan telefonu kaldırıp, gizli gizli “annemle babam kavga ediyorlar dayı” deyip suratına kapatırken telefonu, ağlamam kesiliyordu…. Kurtarıcı geliyordu; dayım geliyordu… Çocuktum, beni anlamaz sanıyorlardı… Bir şey olmaz sanıyorlardı… Yüreğimde nefret diye bir ateş yanıyordu, bilmiyorlardı… Ben de söylemedim…
Arkadaşlarla sokakta oynuyorduk… Ne oynuyorduk hatırlamıyorum… Babam eve taksiyle geliyordu.. Daha babamın gelme saati gelmemişti.. Zaten eve de giremiyordu. Ama annem evdeydi. Bir yere gitseydi, beni “nasıl olsa bulur” sanmazdı. Mutlaka çağırırdı gitmeden önce… Babam kapıyı kırmaya çalışıyordu. Annem yoktu. Ama babamın anahtarı olmalıydı. Eğer evde unutmuşsa annemi sorardık komşulara… Kapıyı niye kırıyordu!!! İçeri girdik önden babam sonra ben.
Babama soruyordum “kapıyı niye kırdın?”; cevap vermiyordu… Evde annemi arıyordu. Mutfağın kapısını açtı. Ocağın düğmeleri açılmış, annem yere uzanmıştı. Annemin yüzüne bakıyordum. Hareket etmeye halim kalmamıştı… “kapıyı aç” diyordu babam; balkon kapısını aç, hadi” diyordu… Duyuyordum ama hareket edemiyordum… Kendi açtı sonunda. Annemi salona götürdü kucağında. Ocağı kapattı. Annemin yanına gittim. Annem ölmek istemişti. Beni babamla, beni çok seven ama benim hiç sevmediğim “babam”la, bırakmak istemişti…
Ellerini tuttum. . “Anne uyan” dedim. “Anne gözlerini aç” dedim. Annem ölüyordu… Artık o olmayacak mıydı? Bu korkunç bir şey olurdu… Ben sen olmadan yaşayamazdım ki… “Anne ölme”…
Babam geldi. Ayran yapmıştı. Anneme içiriyordu. Annem gözlerini açıyordu. Annem ölmüyordu… Çocuktum, anlamayacak kadar saftım ayıplanacak kişinin babam olduğunu… Büyüdüm. On sekiz yaşımdayım.. Hala babamı sevmiyorum. Ve galiba yüreğimdeki bu nefret ateşi sönmeyecek… Büyüdüm… Hala aynı evde yaşamak zorunda olduğum babam ve annem hala kavga ederler sudan sebeplerle…
Beni bu hayatın içine hiç sokmak istemeyen, beni kendinden daha çok seven, kendinden daha çok düşünen, dokuz ay içinde, on sekiz sene ellerinde büyüten anne SENİ SEVİYORUM… Korkuyorum gün gelecek ve sen gideceksin diye…
“Anne” “N’olur benden önce ölme”
BU ADAM ÇOK MUTSUZ
Bir zamanlar bir tepenin üzerindeki villada bir oğlan çocuğu yaşarmış. İyi de yaşarmış. Köpekleri ve atları, otomobilleri ve müziği severmiş. Yüzmeye gider, futbol oynar, güzel kızlara bayılırmış...
Bir gün Tanrı’ya "Büyüdüğüm zaman neler istediğimi buldum, uzun uzun düşünüp" demiş... "Neler" demiş Tanrıda... "Bir büyük evde yaşamak isterim. Ön kapısında heykeller olsun. Arka kapısında iki St. Bernard köpeği... Uçsuz bucaksız bir bahçe içinde... Uzun, çok güzel ve çok müşfik bir kadınla evlenmek isterim. Siyah saçlı, mavi gözlü, gitar çalan ve tatlı şarkılar söyleyen. Üç güçlü oğlum olsun isterim ki, onlarla futbol oynayabileyim. Büyüdüklerinde birisi büyük bir bilim adamı, öteki . senatör, üçüncüsü milli santrafor olsun. Ben seyyah olayım... Okyanuslara yelken açayım, dağların zirvelerine tırmanayım, insanları kurtarayım. Bir Ferrari kullanayım yollarda..."
- "Ne güzel bir hayal bu" demiş Tanrı... "Mutlu olmanı dilerim..."
Bir gün oğlan futbol oynarken ayağını incitmiş. Ondan sonra değil dağlara, ağaçlara bile tırmanamaz olmuş. Okyanuslara yelken açmakta hayal olmuş tabii. Bunun üzerine pazarlama okuyup, tıbbi malzemeler dağıtan bir şirket kurmuş. Bir kızla evlenmiş, çok güzel ve çok müşfik. Ama uzun değil, kısaymış. Saçları siyahmış ama, gözleri mavi değil, ela imiş. Gitar çalamaz, şarkı söyleyemezmiş ama, harika yemek pişirir, olağanüstü güzel kuş resimleri yaparmış. İşi dolayısı ile, kent dışında bir villada değil, kentte bir apartmanın teras katında oturmak zorunda kalmış, ama evinin deniz manzarası gene harikaymış. İki St. Bernard besleyecek bahçesi yokmuş ama, evinde harika tüylü bir Ankara kedisi varmış. Üç kızı olmuş. En küçükleri tekerlekli sandalyede yaşamak zorundaymış, ama en güzelleriymiş. Üç kız da babalarını çok severlermiş. Onunla futbol oynayamazlarmış ama, birlikte denize, parklara giderlermiş. Uçurtma uçurdukları da olurmuş, bazen. En küçükleri hariç tabii. O gölgede bir ağacın altında oturur, gitari ile şarkılar söylermiş. İyi para kazanmış ama, öyle kırmızı bir Ferrarisi olmamış.
Bir sabah uykudan üzüntü içinde uyanmış ve en iyi arkadaşına koşmuş... "Ben" demiş, "Hiç mutlu değilim..." ”Neden" demiş, arkadaşı... "Çocukken siyah saçlı, uzun boylu, mavi gözlü gitar çalıp şarkı söyleyen bir kızla evlenmek isterdim. Oysa karım uzun değil, ela gözlü, gitar da çalamıyor." "Karın çok güzel" demiş, arkadaşı... "Harika resimler yapıyor, enfes yemekler pişiriyor üstelik." Adam dinlememiş bile onu...
Bir gün karısına "Hiç mutlu değilim" diye dökmüş içini..."Neden" demiş karısı... "Çünkü büyük bir bahçe içinde bir villada yaşamayı düşlerdim, oysa 47 ci katta bir apartman dairesine tıkıldım. İki St. Bernardin yaşayacağı bir bahçem olsun isterdim, hani nerede..." "Konforlu bir apartmanda yaşıyoruz" demiş karısı... "Oturduğumuz yerden okyanus görünüyor. Gülüyor, eğleniyor, birbirimizi seviyoruz. Kedimizi okşuyor, güzel kuşların resimlerini yapıyoruz... Üç de harika çocuğumuz var..." Adam dinlemiyormuş bile...
Ruh doktoruna koşmuş bir gün... "Ben mutlu değilim" diye... "Niye" demiş, doktor... "Çünkü ben gezginci olmak, okyanuslara açılmak, dağlara tırmanmak, insanları kurtarmak isterdim. Oysa masa başı işim ve sakat bir dizim . var şimdi..." "Ama sattığın tıbbi malzemeler yığınla hayat kurtarıyor..." demiş, doktor. Adam dinlememiş bile. Doktor da ona 100 dolar vizite yazıp yollamış...
Bir gün muhasebecisine "Ben çok mutsuzum" demiş..."Neden" demiş muhasebeci... "Bir kırmızı Ferrarim olsun isterdim hep... Ve dünya umurumda olmasın. Oysa işe metro ile gidip geliyorum. Bir yığın da sorunum var. "İyi giyiniyor, iyi restoranlara gidiyorsun. Bütün Avrupayı, Amerika’yı gezdin" demiş, muhasebeci. Ama adam dinlemiyormuş bile... Muhasebeci adama 100 dolar danışma ücreti fatura edip yollamış. Onun da hayalinde kırmızı Ferrari varmış çünkü.
Adam rahibe "Çok mutsuzum" demiş. "Neden" demiş rahip... "Üç oğlum olsun isterdim. Biri bilim adamı, biri politikacı, biri sporcu. Oysa üç kızım oldu. Birisi yürüyemiyor bile..." "Ama çok güzel ve çok zeki üç kızın var" demiş rahip... "Seni çok seviyorlar. Başarılı da oldular. Biri hemşire, biri sanatçı, biri de müzik hocası..." Ama adam dinlemiyormuş bile...
Öyle mutsuzmuş ki hasta olmuş sonunda. Bir beyaz hastane odasında, etrafı beyaz giyinmiş hemşirelerle dolu yatıyormuş. Vücuduna bağlı teller hastaneye kendi sattığı kalp cihazına gidiyor, kollarına bağlı serumlarla besleniyormuş. Fena halde mutsuzmuş adam şimdi. Ailesi, dostları ve rahibi yatağının başında toplanmışlar. Onlar da üzüntü içindeymiş. Mutlu olanlar sadece ruh doktoru ve muhasebeci imiş.
Bir . gece adam hastane odasında Tanrı ile yalnız kaldığında "Tanrım" demiş... "Hatırlar mısın, çocukken sana yalvarmış ve istediklerimi sıralamıştım." "Hatırladım" demiş Tanrı... "Güzel bir hayaldi." "Peki, niye onların hiçbirini vermedin bana" demiş, adam... "Verebilirdim" demiş Tanrı... "Ama sana istemediğin şeyleri vererek bir sürpriz yapmak istedim." "Bak neler verdim sana... Bir güzel, sevecen eş, iyi bir iş, yaşanacak güzel bir ev. Üç tatlı kız evlat... Bir araya getirdiğim en güzel yaşam paketlerinden biriydi bu." "Evet" demiş, adam... "Ama bana benim gerçekten istediklerimi vereceksin sandım." "Ben de senin, benim gerçekten istediğimi vereceğini sandım" demiş, Tanrı... "Sen ne istedin ki" demiş, adam hayretle... Tanrı ın . da bazı şeyler isteyeceğini hiç düşünmemişmiş hayatında. "Sana verdiklerimle mutlu olmanı istedim" demiş, Tanrı...
Adam karanlık odasında sabaha kadar düşünmüş. Sonunda yeni bir hayal kurmaya karar vermiş. Yıllar önce kurduğu hayalin yerine "Keşke bunu hayal etseydim" dediği bir hayal... Bu defa ki hayalinde zaten sahip oldugu şeyler varmış hep. Adam kısa zamanda iyileşmiş, 47 ci kattaki dairesinde çok mutlu yaşamış. Kızların şen şakrak sesleri, eşinin derin ela gözleri ve harika kuş resimleri arasında mutlu olduğunu hissedermiş bütün gün... Geceleri de okyanusa yansıyan kentin ışıklarının dalgalar üzerinde oynaşmasına bakar, gülümsermiş...
ŞAH ve PİYON
Bazen hayatimiza giren öyle insanlar olur ki; onlarin
belli amaca hizmet etmek, bize bir ders vermek, kim
oldugumuzu ya da olmak istedigimizi bulmamiza yardim
etmek için bizimle olduklarini yüregimizin
derinliklerinde hissederiz. Bu insanlarin kim
olacagini asla önceden kestiremezsiniz; belki oda
arkadasiniz, komsunuz, uzun zamandir görmediginiz bir
arkadasiniz, sevgiliniz ya da belki de sadece göz göze
geldiginiz bir yabanci...
Her kim olursa olsun, o kader aninda hayatinizin bir
biçimde etkilenecegini bilirsiniz. Bazen de
hayatinizda öyle olaylar yasarsiniz ki; o anda bu
olaylar size korkunç, aci dolu, haksiz gibi görünür.
Ancak firtina dindikten sonra; bütün bu olaylarin
üstesinden gelmemis olsaydiniz, asla potansiyelinizin,
gücünüzün, azminizin ve yürekliliginizin farkina
varamayacaginizi anlarsiniz.
Her olayin bir gerçeklesme nedeni vardir. Hiçbir sey
tesadüfen, kötü ya da iyi sans nedeniyle
gerçeklesmez.Hastalik, yaralanma ve deneyimsizlikler,
ruhumuzun sinirlarini test eden olaylardir. Ister
olaylar, ister hastaliklar, ister iliskiler olsun, bu
küçük testler olmasaydi hayat hiçbir yere varmayan düz
ve sikici bir yol gibi uzayip giderdi. Güvenli ve
rahat, ancak bos ve amaçsiz... Yasaminizi,
basarilarinizi ve düsüslerinizi etkileyen insanlar,
kimliginizi yaratan insanlardir. Kötü deneyimler bile
birilerinden ögrenilebilir. Bu dersler en zor, ancak
büyük bir ihtimalle en önemli olanlardir.
Eger biri sizi kirar, ihanet eder ya da üzerse, size
güveni ve kalbinizi açtiginiz birine karsi dikkatli
olmayi ögrettikleri için onlari affedin. Eger biri
sizi severse, siz de bunun karsiliginda onu kosulsuz
sevin; sadece onlar sizi sevdigi için degil, size
sevmeyi ve onlar olmadan göremeyeceginiz ya da
hissedemeyeceginiz seylere kalbinizi ve gözlerinizi
açmanizi ögrettikleri için.
Her günün tadini çikarin. Her anin degerini bilin ve
belki de tekrar yasayamayacaginiz bu andan
alabileceginiz en fazla seyi almaya bakin. Daha önce
hiç konusmadiginiz insanlarla konusun, onlari
dinleyin, asik olun, zincirlerinizi kirin ve gözünüzü
zirveye dikin. Basinizi dik tutun, çünkü bunun için
her türlü hakkiniz var. Kendinize büyük bir insan
oldugunuzu tekrarlayin ve kendinize inanin. Eger
kendinize inanmazsaniz, hiç kimse size inanmaz.
Hayatinizi nasil istiyorsaniz öyle
sekillendirebilirsiniz. Kendi özgün yasaminizi
yaratin, disari çikin ve onu yasayin!"
SON PİŞMANLIK
Sevdiğime Çok Pişmanım Onu çok sevmiştim ve ilk defa birine SENİ SEVİYORUM demiştim . O kadar mutluydum ki çocuklar gibiydim .Hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım ama her mutluluk geciciymiş bunu anladım .
ARKADASIM hatta arkadas demek basit dediğim insan KARDEŞİM DOSTUM bi itirafta bulundu meğer sevdiğim insan ona teklif etmiş . Dünya başıma yıkılmıştı yha nasıl olurdu .birini çok seviorum konuşuorum dertleşiorum ona her baktığımda dalıp gittiğim aşkım dediğim insan teklif etti ona.Ağladım üzüldüm sustum çünkü ben ağladıkça arkadasımda üzülüodu.ßen onu teselli ettim olur dedim çıkmak istiosan çık beni engel olarak görme dedim.O da yha ii çocuk hoş çocuk diip duruodu .Ama yinede kabul etmez dedim çıktığı vardı .Ertesi gün öğrendimki çıktığından ayrılmıştı . ßnm için artık herşey bitmişti mutluluğum 2 hafta bile sürmedi...............
Ve çıkmaya başladılar asla bi laf demedim çünkü çok mutluydular benim sevdiğim onu çok seviyordu ama ben bundan bile mutluydum onlar mutlu olsun yeter dedim... Hep güldüm mutlu göründüm ama her gece yastığıma akıttığım gözyaşlarımı kim bilecekti kii.........
Arkadaşımla eskisinden daha çok samimiydik onu çok seviyordum o da beni seviyormuş ama ben hiç onun beni sevdiğini anlamıyordum.Nerden bilecektimki çok safmşım onun kıymetini bilemedim....
Okulun son günleriydi ben yavaş yavaş sevdiğim çocuğu onu unutuyordum yhada kendimi kandırıyordum.ßirgün onlar sınıfta baş başa kaldılar ben kapıda çıkmalarını beklerken sevdiğimin en ii arkadaşlarından biri kolumdan çekip beni götürdü ``o seninle çıkmak istio dedi ayrılcaklar herşey biticek
sende onu hala seviosun seni istio `` dedi ! Dünyalar başıma yıkılıdı yha nasıl olurdu bu ben arkadasıma asla bunu yapamazdımki ``Olmaz dedim böyle bişi düşünemem bile onlar çıktılar hatta daha ayrılmadılar bile böle bişeyi duymadım kabul edin ``dedim ama nafile herkes aklımı karıştırdı ..Sen onu seviodun o sana böle bi şerefsizlik yaptı sende yap sen seviosun nolcak dediler.Evet seviorum ama olamaz dedkçe üstelediler.Sınıfa girdim ona söleyemeedim kimse bilmiodu ve beni onların sınıfına çağırdılar ve sevdiğim çocuk bir zamanklar baktıkça içimin titrediği insan bana teklif etti konuşuorduk tam OLMAZ dicektim arkadasım geldi hoca çağırıyo dedi sınıfa gittim . Öyle bi titriyordumki su falan verdiler kimse bilmiiyordu geldi yanıma noldu dedi hafif bi tebessümle bende söledim güldü sinirlendi ve ağladı onu bu derece ağlarken ilk defa görüodum .ßana napıcamı sordu ben ``OLMAZ`` diodum ama çokta seviordum.O``Çıkarsan sana bişi demem ama çıkma o beni sevio seninle inat olsun die çıkmak istio `` dedi ...ßana bu lafları çok koydu haklıydı ama işte bi tarafım evt bi tarafım hayır diordu napıcamı bilmiyordum...
Okul çıkışıydı beraber eve gitmek istedi sevdiğim . aynı yerde oturuoduk tamam dedim yolda muhabbet ettik ben ona her deefasında o seni seviyor git barış dedikçe o hyr dior bnmle mutlu olacağını sölüordu beni eve kadar bıraktı..
Eve geldim arkadaşımla msn de konuşuorduk benim onunla eve gitiğimi öğrenmiş ve yolda teklifini kabul ettiğimi sonra tekrar vazgeçtiğimi öğrenmiş söleyemesdim ona üzülmesin die ama duymuş ve sinirle bana ``ÇIKSANDA ÇIKMASANDA SENİ SİLDİM ARTIK`` dedi öle kötü oldumki ben reddetiğim halde onu düşündüğüm halde seni sildim dedi nasıl olurdu. ßi günde bu kadar olay artık dayanamıyordum .Akşam geldi bizim mahalleye beni almaya konuşmaya gittim ..Ona böle bişeyin olamayacağını sölemeye gittim ama arkadasımın o lafı öle koyduk iaklıma geldi ve ben hyr dmek isterken ağzımdan evet çıktı ..Evt biz onunla çıkyorduk en çok istediğim hayal kurduğum olaydı bu ama asla bilerek kabul etmedim ...Kalbim evet diyor aklım hayır ama kalp işte duygusallık kurbanı olduk.
Çıkmaya başlayalı 1 hafta bile olmamıştı arkadasım ayrıl özür dile eskisi gibi oluruz die haber yollmaştı bende kabul edip arkadasımın evine gidip özür dilicektim.Ama dolduruşa geldim işte bi arkadaşıımın en ii arkadaşım aramızı öle bi bozmaya çlşıormuşki ben herseyden habersiz saf.....
Ayrıldık ve ben ondan özür diledim affetmedi 2 . defa diledim yine affetmedi .Artık hayırlısı neyse öle olsun dedim.Çok üzülüyordum onun değerini yokluğuyla anlamışım.Ama hep biraradaydık konuşmuyorduk ama hep aynı ortam barıştırmaya çlştılar olmadı istemedi benden nefret ediyomusun die sordum hayr boş birisin dedi bana dahada yıktı beni nefret etse diner ama boş biri olmak offfff offfff....
ßigün öğrendimki arkadşlarımıza barışmak istediğini sölemiş barışcaktık o kadar mutluydumki ... Ama hala onu sevdiğimi düüşünüomuş bi yanlış anlaşılma sonucu vazgecmiş barışmaktan bir kere daha yıkıldım ....
AMA SADECE SÖYLEDİĞİM ŞEY ŞUDUR BEN ONU UNUTTUM SİLDİM BENİM İÇİN ÖLDÜ SEVMİYORUM ARTIK ONU DOSTUM BİL BUNU VE YAZIYI OKURSUN İNŞALLAH BEN ONU SEVSEM AYRILIĞI KABULLENİP SENDEN ÖZÜR DİLEMEZDİM
BENİ AFFET ONU SEVDİĞİM İÇİN BENİ AFFET...
ŞEYTANA UYMAMAYA ÇALIŞIN LÜTFEN
Bir gün Şeytan, dünya çapında konvansiyonel bir toplantı için tüm dostlarını çağırmış.:8
Açılış konuşmasında demiş ki:
-Müslümanların Camilere gitmesini engelleyemiyoruz.
-Kur'an okumalarını ve gerçekleri öğrenmelerini de engelleyemiyoruz.
-Allah ve elçisi Muhammed ile sağlam ilişkiler kurmalarını da engelleyemiyoruz.
-Allah ile bir kere bağlantı kurduklarında üzerlerindeki gücümüz kırılıyor.
Dostları demiş ki:
-Gerçekten zor bir durum, peki ne yapalım?
Şeytan demiş ki:
-Bırakın Camilere gitsinler. Fakat zamanlarını çalın, böylece Allah ve elçisi Muhammed ile bağlantı kuramasınlar..Sizden isteğim budur.
Şeytan devam etmiş:
-Dikkatlerini dağıtın, böylece gün boyunca Allah ile hayati öneme sahip bağlantıyı kuramasınlar.
Dostları şaşırmış:
-Bunu nasıl başaracağız?
Şeytan:
-Hayatın önemsiz ayrıntılarıyla zihinlerini sürekli meşgul et!
Müslümanların kulaklarına şunu fısılda:
-Harca, harca, harca.. Borç al, borç al, borç al.."
Kadınlarını işe girip uzun saatler boyunca çalışmaları için ikna et !
Erkeklerin haftada 6-7 gün, günde 10-12 saat çalışmalarını ve böylece hayatlarında boşluk kalmaması için planlar yap!
Çocukları ile zaman geçirmelerini engelle!
Aileleri parçalandıkça, evleri, iş çıkışında ferahladıkları bir yer olmaktan çıkacaktır!
Zihinlerini o kadar meşgul et ki kendi iç seslerini (oto kritik, nefis muhasebesi)
dinleyemesinler!
Böylece kafaları karışacak, Allah ve elçisi Muhammed ile zihinsel beraberlikleri kopacaktır.
Bravooo, mükemmel fikir, diye alkışlamış dostları.
-Durun, daha bitmedi, diye devam etmiş Şeytan:
Kahvehanelerde, doktor muayenehanelerinde, kafe'lerde masaları Gazete ve dergilerle doldur! Zihinlerini 24 saat haber bombarıdmanına tut!
Araba kullanma esnasında tefekkür etmelerini engellemek için billboardları afişlerle donat!
İnternete girenlerinin mailboxlarını, junk maillerle, sipariş katalogları ile, bahislerle, çekilişlerle, promosyon ürünleri ile ve boş umutlarla doldur!
Gazete ve TV'leri ince yapılı güzel modellerle doldur ki kocaları dış güzelliğin önemli olduğuna inansınlar ve hanımlarından hoşlanmasınlar!
Kadınların, akşamları kocalarıyla ilgilenemeyecek kadar çok yorulmasını sağla!
Eğer kadınlar, erkeklerin ihtiyacı olan sevgiyi veremezlerse, erkekler bu sevgiyi başka yerlerde arayacaklardır!
Çocuklarına namazın önemini anlatmalarını engellemek için hikaye kitaplarını tavsiye et!
Doğaya çıkıp Allahın yaratma sıfatını görmelerini engellemek için onları çok meşgul et, eğlence parklarına, fuarlara, spor karşılaşmalarına, oyunlara, konserlere,
sinemalara vs götür ! Oralarda kavga çıkarıp birbirlerini vurmaları sağla!
Bizim işimiz fitne çıkarmaktır, bunu unutma!
İslami dostluklar ve sohbetler yerine, taraftar-parti dostluklarını ve dedikoduları teşvik et!
İşte plan bu! Futbol, hayatlarının odağı olsun. Futbolcuların isimlerini çocuklarına
ezberletmeyi marifet saysınlar!
Ancak İslamın şartlarını merak bile etmesinler!
Kurnazca plan için dostları şeytanı çılgınca alkışlamışlar ve ülkelere dağılırken Müslümanları daha fazla meşgul edeceklerine, telaş içinde oraya buraya koşuşturacaklarına, Allah'a, Elçisine ve ailelerine daha az zaman ayırtacaklarına söz vermişler
AHTAPOT
14-15 yaşlarındaki bir kızda durup dururken hamilelik belirtileri başlamış: Karnı hafiften şişkinleşmiş, kusma nöbetleri geliyormuş, sabahları yataktan hasta gibi kalkıyormuş… Fakat kız annesine ısrarla böyle bi şeyin mümkün olamayacağını, çünkü hiç bir erkekle bu sonucu doğuracak kadar yakın temasta bulunmadığını iddia ediyormuş.
Fakat zaman geçtikçe hem karnı büyümeye devam etmiş, hem de diğer belirtilerde değişiklik olmamış. Annesi, “Bu yaşta… Allahım Allahım, kepazelik bu” dese de kız hala hamile olmadığını söylüyormuş. Sonunda anne küçük bi kasabada yaşıyor olmalarına rağmen çıkacak söylentileri göze alarak kızını hastaneye götürmüş. Ancak çekilen ultrasondan sonra kızın inkarlarında samimi olduğu anlaşılmış. Çünkü karnında son derece büyük boyutlara ulaşmış bir tümör tesbit edilince şişkinliğin ve diğer belirtilerin asıl sebebi ortaya çıkmış.
Vakit kaybetmeden, apar topar ameliyata alınmış tabii. Doktorlar rutin kabul edilen bu operasyon sırasında karnı açmışlar ve işte o an gördükleri manzara karşısında şok olmuşlar. Meğerse tümör sandıkları şey kocaman bir ahtapotmuş. Üstelik kıpır kıpırmış da hayvan, yani canlıymış.
Olayın aslı sonradan anlaşılmış. Kız üç-dört ay önce ailesiyle birlikte okyanus kenarındaki bir kasabada tatil yapmış. Ahtapot yumurtaları da mikroskobik boyutlarda olurmuş ve bunlardan doğal olarak okyanus sularında milyarlarca varmış. Kız muhtemelen yüzerken yuttuğu sularla beraber bu yumurtalardan da indirmiş mideye. İşte bunlardan biri de, milyonda bir görülecek biçimde de olsa, kızın vücudunun içinde yaşamayı, hatta büyüyüp gelişmeyi başarmış.
TELOFONDAKİ SES
David o gün çok yoğundu,seçim kampanyaIarı devam ediyordu.AceIeyIe çevirdiği teIefonda karşısına çıkan şarkı gibi bir sesIe karşıIaşınca şaşırdı.Özür diIeyip kapattı.Ama o hoş ses akIından çıkmıyordu.Ertesi gün sabah erkenden o numarayı aradı.TeIefon çaIarken kaIbi çok hızIı çarpıyordu.Evet karşısında yine o tatIı ses vardı.Kendisini tanıttı. Konuşmaya başIadıIar.Konuştukça kızdan dahada etkiIeniyordu.
GünIer geçti .Hergün onunIa konuşuyordu,onun sesini duymadan güne başIayamıyordu.Kızgın oIduğunda sakinIeştiriyor,üzgünken neşeIendiriyor,monoton günIerde yeni heyecanIar aşıIıyordu. O soğuk kış günIeri bu sıcacık sesIe ısınmış ve bahar geImişti.
Bu arada seçim kampanyaIarıda çetin bir şekiIde devam ediyordu. AkIından ve kaIbinden çıkaramadığı o kızIa evIenmeIiyim diye düşünmeye başIadı.Bu kampanyası için de oIumIu oIurdu.Danışmanı başının etini yiyordu.” EvIenirsen ,raitingin 10 puan artar diye…Şu ana kadar bu konuyu pek ciddi düşünmemeşti.”Neden oImasın” dedi ve hızIa teIefonu çevirdi. Hiç nefes aImadan evIenmek istediğini söyIedi ,kampanyasını anIattı,hayaIIerinden bahsetti,seçimden sonra karayipIerde bir baIayından biIe bahsetti.Onun çoşkusu genç kızada geçmişti. Ama bir anda sessizIeşti ve mırıItıIı bir sesIe ” henüz beni görmediniz ,ya beğenmezseniz.” dedi.David” bu kadar güzeI bir sesin ve kaIbin sahibi çirkin oIamaz herhaIde” dedi.Bu arada eski neşesini ve çoşkusunu kaybetmişti.”O zaman yarın buIuşaIım” dedi.
Ertesi gün David heyecanIa buIuşacakIarı yere geIdi.Biraz sonra uzaktan yanında köpeği iIe güzeI bir kızın kendisine dogru geIdiğini gördü. Acaba o mu diye düşündü.Ama parkın o kısmındaki tek kişi oImasına rağmen ona bakmıyordu. UzakIara çok uzakIara bakıyordu. “Sanırım o değiI”diye mırıIdandı David . Kızın gözIerinde güneş gözIükIeri vardı.. Kız David iIe buIuşacağı havuzun yanına kadar geIdi.Oda ne eIinde bir beyaz baston vardı.David şaşkınIıkIa ona bakakaIdı. Bu o teIefonIarda konuştuğu meIeğiydi.Ama o kördü.Ne yapmaIıyım diye düşündü. Kaçıp gitmeIi mi ? Herşeye rağmen eIini tutup konuşmaIı ve onunIa evIenmeIi miydi ? David yutkundu ve birkaç adım atıp,kızın yanından geçip sessizce gitti. Parkın dışına çıktığında son birkez dönüp kıza baktı.Kız haIa uzakIara doğru bakıyor,köpeğiyIe konuşuyor ve David’i bekIiyordu.
David günIerce, onu bekIeyen kızın hayaIini unutamadı. SürekIi doğruyu yaptığına kendini inandırmaya çaIışıyordu. Bazen eIi teIefona gidiyor, o gün işim çıktı geIemedim deyip,yine herşeye yeniden başIamayı düşünüyordu. GünIer geçti ve seçimIer sonuçIandı.David seçimIeri kaybetti.New Jersey vaIisi oIamamıştı.Yine avukatIığa devam etmeye başIadı.
NoeI hazırIıkIarının devam ettiği o öğIen, sekreteri içeri girerek, davanın 25 dk sonra oIacağını hatırIattı. HızIa hazırIandı. Çantasını aIıp adIiyeye gitti. Yerine geçti oturdu. ÖnemIi bir tecavüz davası görüIüyordu ve sanığı David savunacaktı, işi zordu. Biraz sonra karşı taraf ve hakimde yerIerini aImıştı. David iIk tanığa sorusunu sordu.MoraIinin bozuImaması için karşı tarafın avukatına dönüp bakmamıştı biIe. 2.tanık iIe iIgiIi notIarına bakarken, yüksek topukIu bir ayakkabı sesi duydu.Karşı tarafın avukatı tanığın yanına gidiyordu. Avukat konuşmaya başIadı.Bu ses çok sert,acımasız ama bir o kadarda tanıdık geIdi. Başını kaIdırdı daha bir dikkatIe baktı. O sırada saçIarını sımsıkı topuz yapmış, menekşe gözIü, dudakIarı bir çizgi gibi kapaIı avukatIa gözgöze geIdi. İşte o anda gözIerinde birden başka bir görüntü canIandı. ÇağIayan gibi omuzIarından aşağı sarkan sarı saçIar, heran güImeye hazır yürek şekIinde dudakIar, meIek gibi bir yüz ve güzeI bir vücut. Bu o parktaki kız oIabiIir miydi..? Yoksa haIisüIasyonIar mı görmeye başIamıştı. 2 saat sonra dava bittiğinde hiç bir şey hatırIamıyordu.Yanından hızIa geçen avukatın peşinden koşup bahçede yakaIadı.Tam ağzını açıp konuşacaktı ki. O menekşe göze ta gözbebekIerinin içine kadar sımsıcak bir şekiIde baktı; o çizgi haIindeki dudakIar güIIer gibi açarak güIümsedi ve şarkı gibi meIodik bir ses duyuIdu. ” Merhaba o gün parkta sana şaka yapmak istemiştim..Herşeye rağmen beni isteseydin, cesurca yanıma geIip bana teIefondaki meIeğim demiş oIsaydın. Ya da 1-2 saniye daha bekIeyebiIseydin. Sana evet demek için geImiştim.Oysa sen kendi kaIbini sınavdan geçirdin ve başarızsız oIdun.? Bu arada, sürekIi aradığın… ya da parktaki günden sonra hiç aramadığın teIefon, ofisimdeki direkt teIefondu…”
ATATÜRK'Ü AĞLATAN OLAY
Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı. Mustafa Kemal’in özel treni Eskişehir’e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolu’sunda bazı şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir’e gidip annesini görecek. Ve Latife’yi.
Ama o gece çok sıkıntısı var Mustafa Kemal’in ve bir türlü uyku tutturamıyor.
Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde sigara üstüne sigara içiyor. Kapıya dayanmış karanlığı seyreder ken bir yandan da kendi kendine mırıldanıp duruyor.
“Bu işin bu kadar çabuk oluvereceğini hiç düşünmedim.
İşte, sonunda şifreli telgraf geldi. Zübeyde anamızı yitirdik. Peki, ne duruyorum. İçeri girip onu uyandırmalıyım. Ama işe bak, giremiyorum. Kıyamıyorum paşama. Nasıl derim ki: ‘Anamız öldü paşam!’ diyemem.
Onun yüreği anası için atar. Hep söyler. Vatanı kurtarmakla anasını kurtarmak aynı anlama gelir onun için. Kapıyı açsam, telgrafı uzatsam, ‘Paşam sen sağ ol’ desem ‘Eyvah demez mi?’ ‘Koca vatanı kurtardım ama anamı kurtaramadım demez mi?” Ali Çavuş, anlattığına göre birden yerinden sıçramış. İçeriden bir ses geliyor. Mustafa Kemal sesleniyor.
Çavuş kompartıman kapısını açıp selam duruyor:
“Emret Paşam”.
Mustafa Kemal yatağa oturmuş soruyor telaş ile:
“Ne demeye kapıda bekliyorsun sen?”
“Uyku tutturamadım da Paşam”
“Annemden bir haber var mı?”
“Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar.”
“Boşuna kıvranma Ali, benden de saklamaya çalışma. Ben haberi aldım.”
Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi durmaya çalışıyor ve merakla soruyor:
“Ne olan, ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah.”
Mustafa Kemal usul usul anlatıyor.
“Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Hep olduğu gibi bana birşeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı. Bir sel bastırdı, anamızı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!..”
Çavuşu bir titremedir almıştı. Derken.. Mustafa Kemal emri verdi:
“Çocuk! Al getir şu telgrafı, hemen!” Ali Çavuş kompartımandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karşılaştı.
“Ver onu” dedi. “Paşamız bekliyor.”
Kağıdı aldı, içeri girdi, selam durdu ve: “Sen sağol paşam” dedi.
“Millet sağ olsun.”
Gözünden iri bir damla göz yaşı akıvermişti. Çavuş “Ağlama paşam” diye yalvardı.
“Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama, Anavatan kurtuldu. Bununla da teselli bulurum. Benim için ikisi bir.”
İşte ben bunun için:
‘Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini’ diye cevap vermedim mi Namık Kemal’e? Birden Mustafa Kemal ile Ali Çavuş birbirlerine sarıldılar ve açık açık, hıçkırıklarla, içli içli …
.